Ahmet Cemal

Geri Ana Sayfa Yukarı İleri

 

 

AÇGÖZLÜLÜK

Mumlarımızn alevlerini bile

koruyamadık

en büyük yangınların

yolunu gözlerken.

 

 

ANLAT BANA, NEDİR AŞK?

İlk günbatımının hemen ardından söylediklerimiz, bir

yüzyıl sonra da geçerli olabilirdi ve biz, güneşe

boğulmuş bir ilkyaz sabahının ilk saatlerinde, en çalışkan

çiftçilerle yarışarak, zamanı değirmenlerimize çuvallar

dolusu taşıyabilirdik. Bunları düşünemiyorsak eğer,

anlat bana, nedir aşk?

İlk mektuplarımızla birlikte okumayı sökerdik ve

ellerimizin tutkusu uğruna en yakıcı özlemleri göze

alabilirdik. Sonra geleceği müjdelenmiş yokülkelerin

tapınaklarında beklemek yerine, şimdi ele geçirilmiş bir

gecenin saatlerinde eritebilirdik. Yapamamışsak bunları

eğer,

anlat bana, nedir aşk?

Sabahın ilk dalgaları bizi kumsalda bulmayabilirdi ve

biz, günah çıkartmak için mavi sığınaklarımızı yeğlerdik.

Köpüklü haritalarda yerimizi arayanlar, bir an sonra

haritalarını yitirirler, sonradan, çok sonradan

söylencelerimizle yetinmek zorunda kalırlardı.

olmamışsa söylencelerimiz eğer,

anlat bana, nedir aşk?

 

 

BİR GÜN

(Ölüm İlişkileri'nde yaşayanlara...)

Bir gün, tıpkı karşılaştığımız gece

benim olduğun yaşta, bana dönmek isteyeceksin;

yüzünde solmuş kaç sabahın birikintileriyle,

yorgun olmaktan çok, aşınmış;

yüzüme kapattığın onca kapıyı

artık omuzlayamadan,

seslenmek isteyeceksin.

 

Zamana diş bileyeceksin o gün, belki ilk kez;

bir zamanlar dokunulmazlığına inandığın için,

yanlış çıkarttığın bütün günahların ağırlığıyla.

Hep izlerinin sürdüğün yüz ve ten çizgileriyle

insanlara yaş biçtiğin günleri anımsayacaksın,

hani titreyen parmaklardaki sıcaklığı hiç duyamadığın.

Bir gün, tıpkı karşılaştığımız gecede olduğu gibi,

dirseklerimizin birbirine değmesini isteyeceksin,

onca çizgi peşinde koşmanın günahını

artık en bulanık aynalara bile çıkartamayarak.

 

Yaşamından gelip geçmiş olanları sayacaksın;

hep bir iki geceliğine,

bedeninde otel gibi kalmış olanları,

en kısa ömürlü sevgilerin imzasını bile

hiçbir sayfana atamadan

ve sonra bir de gerçek yitirdiğini;sana

yüzlerindeki çizgilerin ardından,

en duyarlı kalemlerle, yalnız sana giden

yolların haritalarını çizmiş olanları.

Bir gün, tıpkı karşılaştığımız gece

benim olduğum yaşta, beni arayacaksın,

solmuş onca haritanın çizgilerini

aşınmış bakışlarınla seçemeksizin.

 

 

BİZSİZ ODALAR

Belki çoğumuzun yaşamında

arkamızdan çok acele toplanmış

ve izlerimizin çabuk yok edildiği

odaların burukluğu vardır.

 

 

GEÇMİŞ BİR DUA KİTABINDAN I

Nice yazsonlarında

eylül yapraklarına

gergeflediğiniz öyküleriniz

tozlu bahçelerde unutuldu mu hiç?

Sonbahar sürgünüdür gidişleriniz.

Benekli kedilerin döktüğü sütlere

en sessiz adımlarla basıp,

kaç izle geçersiniz

Sabahlardan birinde

benim dediğiniz evlerden

kendiliğinizden çıkmalısınız,

vedasız ve kimseyi uyandırmadan.

Anılarınızı yıpratabilirler.

Ayağa takılabilecek ne varsa

toplamalısınız ayrılmadan ve saklamadan

kırık dökük sevgilerinizi köşe bucağa;

bir gün bulup

avuçlarında ısıtırlar diye

beklemeden.

Onları --bilin! -- şimdi yalnız

eskicilerde satılan taş plakların

en iç bulandıran cızırtılarıyla

süpürgelik diplerine üfleyeceklerdir.

Küf kokulu çekmecelerin bile

çok görüldüğü anılarınız varsa eğer,

şimdi kuşların havalanmadığı bahçelerde

solmaya bırakınız.

 

 

GEÇMİŞ BİR DUA KİTABINDAN II

Büyük gönül serüvenlerinizin ardından gelen bu yıkımlar

için size yardım koşturduk.

İlk iş, geçmişin kırık camlı sabahlarını unutun

artık düşlerinizde kalmış evlere yine arada bir sevgiler

bırakın

kimse yokken ve kimseye gözükmeden

gözükmenize zaten izin yoktur

ama birilerinin ayakları sevgilerinize takılabilir

engelleyemezler.

Şimdi siz kendi tapınaklarınıza koşun ve denizin altına

uzanan yosunlu sunaklarda bin kez kutsanmış alınlarınızı

birbirinize yapıştırın

duyacaksınız

sevdiğiniz gün yeryüzünde beklenmiştiniz

sevginizden geriye kalmalı ki beklensinler

artık katılmadığınız sabah ayinlerinin dualarını yine edin

ve onları ilk sabah rüzgârının kanatlarına usulca

yerleştirin

duyulacaktır.

 

GİDERAYAK

Kalkıyorum.

Yolcu yolunda gerek.

Bana şöyle

eski yüzlü,

epey hırpalanmış,

yamalı da olsa,

bir sevgi bulsanız.

Bütün istediğim

Bu soğukları çıkartmak.

 

 

HİÇ OLMAYACAK BİR GECE

Hiç olmayacak bir gecede

bir sokağı, sırılsıklam, yakalamak

bir ucundan, geçip gitmeksizin.

Kar ortasında donmuş bir güneş.

Büyük Sahra'da yürüyen buz dağları.

Kadife yüzeyli kaktüsler.

Düşlerde bile kalmamış.

Hiç olmayacak bir gece için

koştuğumuzda birbirimize,

yazıp yaşayamamaktı, biliyorduk

artık özlemleri bile

hak etmediğimizi.

Yarın sabah marketlere dolacak

insanlar, ellerinde

yazarkasaların fiş kusmukları.

Sonra bankalarda

teleişlemlerin mucizeleri başlayacak.

Paydos düdüğüyle işçiler,

gözlerinde üretimin parıltısı

ve ceplerinde

farkına varılmaksızın yitirilmiş

yaşamların kırıntılarıyla

tulumlarını asacaklar.

Hiçbiri, hiçbiri bilmeyecek,

hiç olmayacak bir gecede,

hiç geçilmeyecek bir sokağı

ıslak uçlarından yakalamanın

ne demek olduğunu.

Çünkü onlara

hiç anlatılmayacak.

 

LODOS

Deniz değil,

kâğıtlar beni tutan,

onun içindir sana yazamadığım.

 

ÖZYAŞAM ÖYKÜSÜ

Asmalımescittendir kafakâğıdım;

Nil Lokantasında yazıldım okula,

on masalı birinci sınıfım.

Orospulardı ilk karnemi ıslatanlar.

Babamı burada tanıdım,

orospu değil diye anamı boşadığında;

insanlar tutturduklarinda

babana benzeme, diye,

ilk otele burada taşındım.

Diplomamı Viyana Lokantasından aldım,

alt katında Madam Edith'in piyanosu;

valsler bastılar tuz yerine yarama.

Ceplerimde hep anoson kokulu anılarım.

Ciğerlerini tükürürken ölen babamı

kedili Josefin'in pansiyonundan taşıdılar:

elimde ondan kalanlar bir bavul,

benimle bu sokakların kadınları ağladılar.

Asmalımescitte kaldı asıl kimliğim,

ve sırtımda bir küfe pazarartığı sevgi.

Sonradan kitaplar verdiler,

bense hep yaşamdan çevirdim.